Üretim Ekonomisinden Servis Ekonomisine: Ne Pahasına?
- Yücel Ersöz
- Jun 4, 2021
- 4 min read

ABD’de İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından gayrisafi yurtiçi hasılanın %8’i tarımdan, %33’ü üretimden, %59’u hizmetlerden geliyordu. 2019 yılına gelindiğinde dağılım şöyle oldu: tarım %1, üretim %20, hizmetler %79. Geçtiğimiz Avrupa Birliği’nde aynı rakamlar %2, %26, %72 olurken ülkemizde tarım ekonomiden %7, üretim %32, hizmetler ise %61 pay aldı. ABD’nin liderliğinde dünya, dev bir servis sektörü yaratıyor.
Dünya, dev bir servis sektörü yaratıyor.
Tabii ki artık üretmiyor değiliz. Aksine çok kısa bir süre önce hayal bile edilemeyecek tekniklerle, olağanüstü bir verimlilik ve hızla her geçen gün daha fazla üretiyoruz. Peki bilgi ve becerimizi, doğru ürünleri üretmek ve satmak için mi kullanıyoruz? Daha iyi olanı daha ucuza üretmeyi başarırken neden plazaların dörtte üçü mutsuz beyaz yakalı çalışanlarla dolu? Belki de yanıt, odağımızın üretimden servislere hızla kaymasının hikayesinde gizli. Bu dönüşümü çalışan açısından anlamamız gerekiyor.
Bu dönüşümü çalışan açısından anlamamız gerekiyor.
Her şey nüfusun giderek artması ile başladı. Daha fazla el, daha fazla akıl, daha fazla etkileşim daha bilgili ve daha yetenekli uzmanların yetişmesini sağladı. Böylelikle üretim teknikleri akıl almaz bir hızla gelişti.
Üretilen mal satılmalıydı. Daha fazla üretim, daha fazla satış yapılması demekti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda toparlanmaya ve yeniden hızlanmaya çalışan dünyada bu mümkündü.
Ancak 1970’lerden sonra durum değişmeye başladı. Üretim becerileri hızla gelişmeye devam ederken, satmak giderek zorlaşmaya başladı. “Daha çok sat, müşteriye daha iyi deneyim sun, tüketiciye daha yakın ve sıcak görün” söylemleri, satış ve pazarlama ekiplerini büyüttü. Kurumsal iletişim, müşteri hizmetleri gibi yeni ekipler doğdu.
Satmak zorlaşırken, üretim bilgisi artmaya devam ettikçe rekabet kızıştı. Rekabet kızıştıkça daha da fazla uzmanlaşma gerekti. Daha fazla uzmanlaşma, iş ilişkilerinin daha da karmaşıklaşması anlamına geliyordu. Birçok iş ortağıyla ilişkileri yönetebilmek için satın alma ekipleri ve hukuk ekipleri büyüdü.
Ekipler büyümeye, iş ilişkileri karmaşıklaşmaya devam ettikçe bu ekiplere sahip çıkacak yeni ekipler doğmaya başladı. İnsan kaynakları, personel işleri ceketini çıkarıp, kaynak yönetimi ceketini giydi. Rolü büyüdü. Hukuk ekibi büyümeye devam etti. Şirketler kalabalıklaştıkça iç iletişim ekipleri doğdu. Bu arada giderek artan giderlerin kontrolü için doğal olarak finans ekipleri de büyümeye devam etti.
Üretmek kolaylaşıp satmak zorlaştıkça şirketler şişmanladılar.
Şirketlerin şişmanlaması kuşkusuz bu hızla devam edemezdi. İş dünyası, 2000’lerin başlarından itibaren kadro optimizasyonu, verimlilik çalışması, organizasyonel yalınlaşma gibi kavramlarla sevimsiz bir gerçeği gizlemeye gayret etti. Gerçek şuydu: Aşırı uzmanlaşma ile işine yabancılaşan, büyük bir çarkın içinde kaybolan ve giderek daha kinayeli düşünen ve konuşan, güvensizleşen beyaz yakalı bir iş gücü, genişleyemeyen şirket piramitleri ve iş gücüne sürekli eklenen yeni mezunlar.
Organizasyonu mutlu ve motive tutabilmek için sonsuz çeşitlilikte “well-being” programları, kurumsal kültür programları, değişim – dönüşüm programları tasarlanıyor. Sorunu yaratan nedenlere dokunmadan sonuç alma çılgınlığı içindeyiz.
Sorunu yaratan nedenlere dokunmadan sonuç alma çılgınlığını yaşıyoruz.
Daha fazla üretiyor ve daha fazla satıyoruz. Bilgi birikimimiz her alanda daha fazla. Üretken insan, mutlu insandır, diyoruz. Ama bu gerçek olmuyor. Asıl sorun neyi üretip satmaya çalıştığımızla ilgili olabilir mi?
Dünya hızla ısınırken, en parlak beyinler temiz enerji kaynaklarının yaratılması için çalışmıyor. Hızla azalan su, dev gibi büyüyen bir gıda sorununu kapımızı adım adım getirirken, gıdadan çok kimyasal bir karışımı andıran ürünleri üretmenin ve satmanın yollarını arıyoruz.
Hibrit tohumlarla az gelişmiş ülkeler çok gelişmiş ülkelerin teknoloji şirketlerinin emrine girerken küresel çaptaki sosyoekonomik dengesizliğin ekonomik büyümeyi her gün daha fazla zorlaştırdığını yadsıyoruz.
Amazon ormanlarındaki bitkilerin büyük çoğunluğunun henüz hiçbir tıbbi araştırmaya dahil edilmediğini bilmemize rağmen buna olanak sağlayacak girişimlerde bulunmuyoruz.
En parlak gençler insanlığın bilgi birikimini yayabilmek için yayıncılık sektörüne girmek yerine, 35 yaşında emekli olmak ümidiyle Silicon Vadisi’ndeki oyun tasarım şirketlerini tercih edebiliyor.
Finansal sistem, üretim ile bağını giderek kopardı. Var olan paranın azımsanmayacak kadar büyük bir bölümü, ayrı ve kapalı bir dünyanın içinde dönüyor. Giderek karmaşıklaşan finansal ürünler, üretimi fonlamak yerine diğer finansçıların spekülasyonlarında kullanılmak üzere ayrı bir dünyanın içinde yaşıyor ve gelişiyorlar.
Minotaur, ancak sorgulanırsa ortadan kaldırılabilir.
Üretim ekonomisinden servis ekonomisine geçiş, Minotaur’u(1) yeniden yaratmaya benziyor. Sürekli büyümeye çalışan organizasyonlar, bir açığı başka bir açıkla ve daha çok beyaz yakalı servis çalışanı ile kapatma uğraşı, dörtte üçü mutsuz olan ofis çalışanlarını etkisi son derece kısa süren motivasyon programları ile ayakta tutma gayreti aslında sistemin sürdürülemez olduğuna işaret ediyor. Sürdürülmesi olanaksız olan bir sistemi devam ettirme kararlılığını açıklayabilmek ise kolay değil. Belki de bunu sorgulayarak hepimiz birer Theseus(2) olabiliriz.
Her odasında zaten bir televizyon olan eve yeni bir televizyonu satmak, dört bıçaklı traş bıçağı yerine beş bıçaklı yeni modeli satmak, altı tane spor ayakkabısı olan gence yedinciyi satmak, ne kadar tüketmek isterse istesin evin hanımına bir kutu fazladan deterjan satmak hiçbir zaman daha kolaylaşmayacak. Üstelik giderek karmaşıklaşan şirket hiyerarşileri ve herkesin istese de istemese de bir rol üstlenmesi gereken ofis politikaları sahnesi ile bu daha da zorlaşacak.
Daha iyi bir yol var.
Oysa daha iyi bir yol var. Bugüne dek göz ardı ettiğimiz, belki yeterince prestijli bulmadığımız ve küçük gördüğümüz pek çok yeni alanda keşfedilmeyi bekleyen yepyeni ufuklar var.
Sürdürülebilir tarım, temiz enerji, önleyici tıp, homeopati, sosyal araştırmalar, yayıncılık, bunlardan hemen akla gelen bazıları. Üstelik bu alanlarda ne kadar büyüyeceğiz, tümüyle sizin ne kadar istekli olduğunuzla ilişkili. Bu ufuklara açılan şirketler zamanını ve becerisini, kendi kendini hırpalayan, çalışanları mutsuz eden, sürdürülemez bir organizasyonu yönetmeye değil, yeni olanı yaratmaya harcayacak.
Hepimiz için daha iyi bir geleceği yaratmak hepimizin sorumluluğu.
(1) Mitolojide Girit’te yaşadığı anlatılagelen, insanla beslenen canavar
(2) Minotaur’u öldüren ve büyük bir kültürel dönüşümü başlatan mitolojik kral